Öykü Yazarlarıyla Söyleşiler (2): Gülda Şahin

Edebiyat dergilerinde öyküleriyle karşılaştığımız fakat henüz bir öykü kitabı yayımlanmamış olan öykücülerle sohbet etmeye devam ediyoruz. Röportaj serimizin ikinci konuğu Gülda Şahin. Nitelikli edebiyat bloglarından Ayşe’nin Kitap Kulübü’nün üyelerinden. Notos Öykü’nün 38 numaralı Şubat-Mart sayısında “Sinan ve Öteki Şeyler” isimli öyküsünün yayımlanmasının ardından kendisiyle buluştuk.


Ne zamandan beri yazıyorsunuz?

Fatih Özgüven’in beni çok etkileyen bir öykü kitabı var: “Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri”. Oradaki bazı karakterlerde kendimi görüyordum. Hep yazmak istiyordum. İş, ev, o, şu derken yaşam elimden kayıp gidiyordu. Sonum aynı kitaptaki “Son Hikâye”deki gibi olmak üzereydi. (O öykünün kahramanı olan yazar ölür ve artık yazmak için önünde hiçbir bahane kalmaz. Yazabilmesi için her türlü koşul hazırdır ama yine de yazmaz.)

Ayşe, bir kitap kulübü kurmayı önerdiğinde, bunun uzun soluklu olmayacağını düşünmüştüm ama yaklaşık dört yıldır birbirimize daha da kenetlenerek devam ediyoruz. Sonra blog açma kararı verdik. Blogda yazmaya başladığımda yazmayı ne kadar sevdiğimi hatırladım. Yazıp yazıp bir yerlerde saklamaktan çok daha iyiydi. Blogda romanlar, öyküler, konserler hakkında yazıyorum. Asıl yazmak istediğim daha içsel metinlerdi ama cesaretim, bu da onca mükemmel metin okumaktan kaynaklı, eksikti.

Kendime sıraladığım bahanelerden çok yorulmuştum ve iki yıl önce hayatımda çok güzel değişikliklere yol açan bir karar alıp Yapımlab’da Yekta Kopan’ın Okumak Yazmak Atölyesi'ne kayıt oldum. Kimseye haber vermeden, bir anda. Yazdıklarımı gün yüzüne çıkaramasam bile okuma deneyimimi geliştirmek istiyordum. O yuvarlak masanın çevresindeki arkadaşlarım ve Yekta Bey benim için bir dönüm noktası oldu. Beni çok geliştiren bir atölye oldu. Ayrıca iş veya başka bir şey, art arda sıralayabileceğim onlarca bahane, atölye çalışmasına devam etmeme engel olmadı. Atölyeye her hafta yeni bir metin götürebilmek için hayatımda bazı değişiklikler yaptım. Daha erken kalktım, neredeyse hiç televizyon izlemedim, Cumartesi sabah ritüelimi değiştirdim, daha az dışarı çıktım ve gerçekten ihtiyacım olanın bu olduğunu fark ettim.

Ayşe’nin Kitap Kulübü ne zaman kuruldu? Kuruluş sürecinden bahseder misiniz? Kaç kişisiniz? Üyeler nasıl bir araya geldi? 

Biz on dört kişiyiz. İlk toplantımızı 17.9.2008 tarihinde gerçekleştirdik. Ayşe, kitap kulübü kurma fikrini ortaya atınca bu fikir bizim de hoşumuza gitti. Aslında bir şekilde birbirimizi tanıyorduk. Bu kulüple beraber çok iyi arkadaşlar olduk.

Kulübünüzün çalışmaları nasıl geçiyor?

Her buluşmamızda bir sunucu oluyor ve okunacak kitaba karar veriyor. Ayda bir -şu aralar süre biraz açıldı- buluşup hepimizin okuduğu kitap hakkında sunucunun yönetimiyle bir toplantı yapıyoruz. Sunucu, kitabın içindeki müzikleri, yemekleri, yazarı ve romanı daha detaylı incelemiş oluyor ve bir araya geldiğimizde de on dört kişinin bakışını görüyoruz. Her birimizin okuma zevkleri farklı. Bu farklılık aslında çok doyurucu oluyor. Birisi kitabı neden sevmediğini anlattığında, diğerimiz başka bir pencere açıyor. Bir sürü penceresi olan geniş bir oda gibiyiz.

Kulüp kitaplarıyla ilgili sunum yazılarımız daha teknik. Yazarı, karakterleri, olayı, olayın geçtiği zaman dilimini ve benzeri detayları içeren küçük bir tez gibi hazırlıyoruz. Öteki yazılar ise daha kişisel.

Okumak son derece kişisel bir şey olmakla birlikte, sadece kendimiz bile bir edebi metni her okuyuşumuzda farklı şeyler fark edebiliyoruz. Okuma grubunuz ile aynı kitabı okuyup farklı gözlerden dikkat çekici noktaları yakalayabiliyor olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okumak kişisel bir serüven haklısınız. Ancak okuduğunuz kitap hakkında başkalarıyla tartışmak bana göre olabilecek en güzel şeylerden biri. Herkes bambaşka ayrıntılar yakalıyor ve böylece çok daha farklı bir okuma oluyor. Kitap Kulübümüzdeki ilk kitabımızdan itibaren okuma alışkanlığım da değişti. Daha önce önemsemediğim bir çok ayrıntıyı görmeye başladım. On dört kişinin aralıksız Madam Bovary’i konuşması mesela. Olağanüstü bir tecrübe bu.

Kulüp ilk kurulduğunda sosyal medyada yoğun olarak takip edileceğini düşünmüş müydünüz?

Biz tamamen kendi aramızda kapalı bir gruptuk. Ancak çevremizdeki birçok kişi toplantıya gelmek, kulübe katılmak istedi. Biz de kendi iç dengelerimizin bozulmasını istemiyoruz. Dolayısıyla, sunumlarımızı paylaşmak amacı ile sosyal medya hayatımız başladı. Fazla bilgimiz yoktu ama araştırdık, blogumuzu zengin içeriği olan bir blog haline getirmeye çalıştık. İzleyici sayımız artınca sevindik. Sonra facebook ile twitter sayfalarımızı da düzenledik.

Kulüpte okuyacağınız kitapları nasıl belirliyorsunuz? Okurken beğenmediğiniz kitaplar olursa ne olursa olsun bitirir misiniz? Okuma sonrası hazırlanan notlarda rol paylaşımı nasıl oluyor? Buluşmalarınızda herkesin ayrı bir görevi var mı? Yoksa dönüşümlü bir anlatıcı mı seçiyorsunuz?

Okunacak kitabı o ay sunum yapacak kişi seçiyor. Okurken beğenmediğim olduğu gibi daha okumadan bile itiraz ettiğim romanlar oldu. Kendi okuma serüvenimde bir kitabı sevmezsem bırakırım. Bazılarının zamanı gelmemiştir, bir kısmı benim yazarım değildir. Okunacak çok kitap var, benimse vaktim çok az. Dolayısıyla yarım bıraktığım çok kitap olmuştur. Ancak kulüple ilgili seçilmiş kitabı sevsem ya da sevmesem de bitirmeye özen gösteriyorum. Çünkü muhteşem anları paylaştığımız kulüp toplantıları o kitap üzerine oluyor ve okumazsam çok eksik kalıyorum. Tüm karar, yöntem, hatta seçilen mekân ve bazen yenecek yemek seçimi bile sunucuya ait oluyor. Bize genellikle ay içinde kitapla ilgili ödevler veriyor. Sunumda kitabı ve yaptığı araştırmayı anlatıyor. Öteki kulüp üyeleri de kendi fikirlerini söylüyor.

Bildiğimiz kadarıyla kulüp blogu dışında, yazılarınız Sabit Fikir veYuvarlak Masa Yazarları isimli sitelerde de yayımlandı. Bu sitelere katılma süreci nasıl gelişti? Sizi mutlu eden geri dönüşlerden biraz bahseder misiniz?

Sabit Fikir’den kulübümüze teklif gelmişti. Ayşe’nin Kitap Kulübü olarak farklı bir çalışma yapmamız istendi, biz de Aşk ve Gurur kahramanlarıyla dergi için hayali bir röportaj yaptık. Çok mutlu olduk. Devam ettiremedik, çünkü hem farklı bir fikir bulmak çok zordu hem de bir metni birkaç kişi yazmak epey zor oluyordu.

Yuvarlak Masa Yazarları, bizim Yekta Kopan atölyesinde tanıştığım arkadaşlarla birlikte planladığımız bir oluşum. Bir araya gelmeyi, birbirimize öyküler okumayı çok seviyoruz, birbirimizden kopmamak için de blog açtık. Hatta içinde hepimizin öykülerinin yer almasını planladığımız bir kitap hazırlığı içindeyiz.

Taslak metinlerinizi öykü türüne mi roman türüne mi daha yakın hissediyorsunuz?

Yazdıklarımı öyküye yakın görüyorum ama eğer bir gün bir araya getirmeyi başarabilirsem arka arkaya okunduklarında roman gibi olsun istiyorum. Aslında birbirini takip eden öyküler yazıyorum. Bir öykümdeki bir karakter, başka bir öyküye sızıyor. Ve yazmak istediğim öykülerin içinde kitaplar, kediler ve müzik oluyor.

Yayımlanan ilk öykünüz olduğunu öğrendiğimiz “Sinan ve Öteki Şeyler”in yayımlanma sürecinden bahseder misiniz?

Bir yıldır Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne katılıyorum. Notos Öykü Dergisi’ne yolladım, kabul edildi.


“Sinan ve Öteki Şeyler”de İmge ve Sinan’ın ilişkilerinin yirminci yılında aralarındaki ilişkinin vaziyetini anlamaya çalışıyoruz. Yirmi yılın sonunda geldikleri durumu ve çiftin arkadaşlıklarını. Sofi’nin kaybının, Sinan’ın İmge’yi ilk öptüğü yer olan Hayal Kahvesi’nin kapanmasının ve yirminci yıl kutlamasının yapılacağı yer olarak Hayal Kahvesi’nin seçilmesinin bir tesadüf olmadığı düşüncesi okuyucuya geçiyor. Kurmacanızı planlarken önce olayı mı karakterlerinizi mi kurarsınız, yoksa etkilendiğiniz olay size bir yol gösterir mi? Bu süreç sizin için nasıl işliyor?

Öyküyü zihnimde oluştururken öncelikle bir tema belirliyorum. Burada temam “tükenmek” idi. Hayal Kahvesi’nin kapanacağını/taşınacağını duymuştum. O mekân benim için çok değerli bir yerdi. Benim gençliğimdi. İstanbul’da yaşayan, yaşı benim civarlarımda olan birçok tanıdığım için de benzer bir his bu. İyi müzik, soğuk bira, herkesin bildik olması… Onlarca anı. Gerçi uzun süredir gitmiyordum, çünkü artık o tempoya dayanamıyorum. Dolayısıyla Hayal Kahvesi’nin kapanacak olması öyküyü yazmamı tetikledi.

Durum öyküleri mi olay öyküleri mi okumayı daha çok seviyorsunuz?

Bir öyküyü durum öyküsü ya da olay örgüsü diye kategorize etmiyorum ama öykü okumayı seviyorum. Her gün, okuduğum öteki kitaplardan bağımsız olarak mutlaka birkaç öykü okuyorum. Bazılarını dönüp dönüp tekrar okuyorum. Ofiste çok bunaldığımda da bunu yapıyorum. Bilgisayarımda, iPad’imde, cebimde her zaman öyküler taşıyorum. Kimi bir bulmaca çözmek gibi, kimi mideme kocaman bir yumruk atıyor, kimi sarsıyor, kimi öylesine mükemmel bir şekilde yazılmış ki, daha ötesi olmaz diye düşündürüyor. Ferit Edgü, Füruzan, Tomris Uyar, Sait Faik, Bilge Karasu. Onların öykülerini durum ya da olay öyküleri diye ayıramam.


Dünya ve Türk edebiyatında en sevdiğiniz öykücüler kimler? Yeni yazarlar arasından severek okuduklarınız kimler?

Murakami, Cehov, Sait Faik, Ferit Edgü, Füruzan, Bilge Karasu, Barış Bıçakçı, Ahmet Büke, Tomris Uyar, Ayfer Tunç. Benim listem çok uzun. Yalçın Tosun, Pelin Buzluk, Sine Ergün, Mahir Ünsal Eriş ve bu liste devam eder.

Öykünüzün sonunda Birhan Keskin’den bir alıntı var. Şiir sizin için diğer edebi türlere kıyasla farklı bir yerde mi? Ayfer Tunç bir Ubor Metenga söyleşisinde şuna benzer bir şey demişti: “Öykü yazmaya başlamadan önce şiir okurum, şiir okumak bana yazma hevesi verir.”Sizin için de benzer bir durum var mı? Sevdiğiniz şairler kimler?

Birhan Keskin ve Gonca Özmen’i neredeyse her gün tekrar tekrar okuyorum. Şiir benim için bambaşka bir yerde. Ayfer Tunç’a hak veriyorum. Bana yazma hevesi vermiyor ama o azaltma hâli beni büyülüyor. Tüm fazlalıklarından arındırılmış duygu, nefis. Baudelaire ve Rilke şiirleri de beni kamçılıyor.

Notos Öykü dışında takip ettiğiniz edebiyat dergileri hangileri?

Kitap-lık, Mesele, Ekspres, Natama, Bir+Bir.

Hayatınızı idare edebilmek için hangi işle uğraşıyorsunuz? Bir meslek ile uğraşıyor olmanızın yazmaya kalan vaktinizi azalttığını düşündüğünüz oluyor mu ya da bazı etkinliklere iş/iş seyahati sebebiyle katılamadığınız oluyor mu? Örneğin öykünüzdeki karakterlerden İmge’nin çalıştığı firmaya yurtdışından denetime geldikleri dönemde İmge, katılması zorunlu akşam yemeklerinden dolayı yorgun düşüyordu. Sizin için de yoğunluktan yazmaya vaktinizin kalmadığı olur mu?

Sigorta sektöründe çalışıyorum. Böyle düşündüğüm oluyor ama bunların hepsinin bahane olduğunu biliyorum. Yemek yemeye nasıl vakit buluyorsam, okumaya ve yazmaya da vakit ayırabileceğimi biliyorum. Biraz disiplin eksikliğim var sadece.

Yazma serüveniniz ile ilgili olarak son zamanlarda sizi en çok mutlu eden olaylardan birisi nedir?

Yuvarlak Masa yazarlarından birisi olan Şebnem Dönmez benim Yapım Lab’dan arkadaşım. “Adem Elması” isimli öykümü Mehtap Akdeniz ile birlikte kısa film olarak senaryolaştırdılar. Beste Bereket, Vedi İzzi, Hasan Önürdeş oynadı. İlk gösterimi 26.2.2013 tarihinde gerçekleşecek.

En son, hangi…

…oyunu izlediniz? Öksüzler – Dot

…filmi izlediniz? Sonsuzluk ve Birgün (Theo Angelopoloulos)

…kitabı okudunuz? Kelliğimin Hikayesi (Marek Van Der Jagt) ve Hah (Birgül Oğuz)

…albümü aldınız/dinlediniz? The Absence, Melody Gardot

…konsere gittiniz? Zubin Mehta yönetiminde Floransa Maggio Musicale Orkestrası

…sergiyi gezdiniz? Monet Sergisi Sabancı Müzesi

İstanbul’da en çok gittiğiniz yerler?

Arnavutköy’de Pazar kahvaltısı, Taksim’de aylaklık vakitleri.

Son olarak theMagger hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oldukça doyurucu bir site. Okunacak çok güzel yazılar oluyor her zaman.

Başka öykülerinizi de okuyabilmek dileğiyle!

Teşekkür ederim, umarım.

*Fotoğraflar: Gülda Şahin'in kişisel arşivinden.

Yorumlar